Sayfalar

22 Ağustos 2012

Gırgır Balıkçılığı

Türkiye’de balıkçılık özelliklede bu yazıda bahsedeceğim gırgır balıkçılığı su ana kadar hayatımda gözlemlediğim işler arasında en zor olanı. Balıkçı reislerinin yasadıkları zorlukları yakından görme fırsatına sahip birişi olarak hayat mücadelesinde gösterdikleri dirayet karşısında onlara karşı hep hayranlık beslemişimdir. Düşünsenize ailenizden, evinizden uzakta belirsizliğe doğru açıldığınız denizde nerede, ne zaman, ne miktarda tutacağınız veya tutamayacağınız balığin pesinde koştuğunuzu... Bu meslekteki belirsizliği göstermesi açışından uğurlanma seklini bilmek bile yeterli "Rastgele"...

Bu yazıdan amacım ilkel bir meslek gibi gözüken balıkçılık mesleğinin aslında ne kadar komplike, gerektirdiği çaba bakımından da ne kadar yıpratıcı olduğunu, ne kadar kapsamlı bir tecrübe, teknik bilgi ve de sistematik bir yönetim anlayışı gerektirdiği gibi konular üzerinde duracağım. Denizde uğraştığınız şey insan, makina ve bunlar arasındaki ilişkilerden öte; doğa, makina, insan ve de bunların birbirleriyle olan iletişimi...


Gırgır balıkçılığının avlanma mantığı şu şekilde: Gırgır ağı (yaklaşık 1500 m uzunluğunda, 100 metre derinliğinde) dairesel bir manevra ile denize dökülür, sonra bu ağın altı basılır (ağın alt yakasında demir halkalar vardır ve bu halkaların içinden gecen çelik tel vasıtası ile ağın altı sıkıştırılarak kaldırılır), ağ adeta bir havuz olur. Ağ çekildikçe bu havuz ufalır ve en son içindeki balık ufalan ağda sıkışır ve balık motorun içine alınır. Is anlatıldığı gibi basit değil tabii, denizdeki balığın bulunması, ağın balığı içine alacak şekilde dökülmesi, çekilmesi, balığın motora alınması, kasalaması, buzlanması gibi bir çok iş var. Bu çeşit balıkçılığı yapan motorların uzunlukları  30 metreden 55 metreye kadar değişiyor. Bugün gırgır balıkçılığı yapacak donanıma sahip 50 metre uzunluğunda bir tekne yapmak en az 1 milyon dolarlık bir yatırım. Bu işi yapanların %50'si İstanbul’da yasayan Trabzon ve Rizeliler, diğer büyük bir kısmi doğu Karadeniz’de.  Bu işi yapabilmek için çocukluktan balıkçılığa başlanması gerekiyor çünkü tecrübe çok önemli ve bilinmesi gereken dünya kadar iş var. Aslında Türkiye’de balıkçılık tekniği ve teknelerin yapısı gelişen teknolojiye paralel olarak ve de Karadeniz insanının pratik zekâsının getirdiği avantajlarla çok hızlı ilerlemiş, birde devletin bu alana hiç müdahalesi olmaması da önemli bir etken. 20 yıl önce 20 metre teknelerle yapılan işi simdi 50 metrelik teknelerle yapıyorlar. bu tür teknelerde en az 20 tayfa bulunur. Tayfalar genelde Ordu, Samsun gibi illerden gelir.  Trabzon ve Rizeliler genelde emir altına girecek tipte insanlar olmadıkları için bu illerden tayfalık yapan pek yoktür. Tayfaların kazanç sistemi ise çok ilginç. Tayfalar motorun yaptığı kara orantılı olarak kazanıyorlar. Satılan balıktan masraflar (mazot, kumanya) çıkarılıyor ve geriye kalan kar tayfalar ve motor sahipleri arasında paylaştırılıyor. Bu tür kazanç sisteminden dolay asgari ücret, standart maaş gibi kavramlar yok. Kar zarar sistemi gibi bir sistem. Kazanç değişkenliğinin çok olduğu bu meslekte sabit ücretle bu işin yapılmasının imkânsız olduğunu gören balıkçılar bu tür bir sistem geliştirmişler. Motorun sahibi kar ettiği kadar tayfa kar eder. aslında bu motordaki sosyal dengenin sağlanması açışından da önemli bir etken. Her ne kadar belirsizliğin hakim olduğu bir meslek olsa da balık tutulduğu dönemlerde çalıştığı kadar kazanacağını bilen tayfa fazla çalışmaktan çekinmez veya çalışmaktan kaçmaz. Ekonomik açıdan volatilitenin maksimum seviyelerde oynadığı günümüz Türkiye’sinde de “zero-sum game” mantığından yanı birinin kar ettiği kadar diğerinin zarar ettiği bir mantaliteye alternatif olabilecek türden bir anlayış.

Balıkçı motorlarında anlatmadan geçilmeyecek olan bir yer var oda kamara. Günün her saatinde muhabbetin hiç eksik olmadığı, çayların bardaklardan hiç boşalmadığı ve sigaranın her an tuttuğu bir ortam. Tayfalar çektikleri sıkıntılı hayatin yükünü bir nebze azaltmak için gelecekleri adına hayaller kurar, ümitleri ile yasarlar. Bütün bunların gerçekleşmesinde nerede, ne zaman ve ne miktarda tutulacağı belli olmayan balığa bağlıdır. Etrafınızda dalgaların kırıp geçirdiği, denizin ortasında yapayalnız balık aramakla geçirilen saatlerde kamaradan başka ne paklar ki insani.

Gırgır balıkçılığında kullanılan donanım ve aletlerin detayına girersek, en tepedeki kaptan kulesinde su üstü radarından, dikey radarına (Echo Sounder), Sonarına, İstanbul’dan Rusya ile netlikle konuşabileceğiniz HF Frekans SSP telsizine, GPS (Küresel Konumlama Sistemi) sistemine, otomatik pilotuna, gyro pusulasına, normal-kara deniz telsizine, koca tekneyi kalem kadar bir çubukla manevra ettirebileceğiniz hidrolik dümenine, denizin dibindeki değişik akıntıların hızlarını, vektörel olarak yönlerini veren akıntı cihazına (Current Indicator), hava durumu için barometresine kadar birçok cihaz bulunmaktadır. Su üstü radarı denizin üzerinde yüzen gemi, kuş, sandal her şeyi gösteren bir cihazdır. Balıkçılar bu cihaz sayesinde sisli havalarda bile ağlarını rahatça denize döküp, denizin üstünde 20 cm kadar yükseklik  yapan ağın mantarlarını bu cihazlarla kontrol ederler. Genelde 50, 60 deniz mili seviyelerine kadar gösterir. Dikey radar teknenin altından gecen veya teknenin üstünden geçtiği balıkları gösteren bir radardır. Herhangi bir balıkçı teknesinde en 2 tane bulunur. Motorun altında bu radarın aynaları bulunur, bu aynalardan gönderilen değişik frekanstaki ses sinyalleri ile denizin dibi ile motorun arasında kalan cisimler ekranda değişik renk tonlarında belirir. Ekranda beliren değişik renklerdeki cisimlerden hangisinin balık, hangisinin parazit, hangisinin kaya, yem vb. olduğunu anlamak reis için çok kolaydır.  Aslında tüm bu cihazlar silah çıktı mertlik bozuldu hesabi birçok adeti, alışkanlığı alt üst etmiş durumda. Eskiden kus sıçtı mola, oynak takibi, suyuna göre balık tutma teknikleri gibi gözlemlerin yerini bu teknik aletleri kullanma kabiliyetine bağlı olan bir balıkçılık almış durumda. SSP telsizi çok özel bir telsiz. Rusya’da batan Türk balıkçı tekneleriyle İstanbul’daki balıkçılar bu telsizler vasıtasıyla an ben an net bir şekilde konuşuyorlardı. GPS sistemi teknenin koordinatlarını gösteren ve de bağlı olduğu monitörde harita seklinde teknenin izlediği yolu, hızı gösterir. Bu sistemle ayrıca belli önemli bulduğunuz koordinatlara değişik işaretler koyabilirsiniz. Mesela ağını belli bir yerde yırtan balıkçı o yerde bir daha ağ atmamak için o koordinata GPS vasıtasıyla bir işaret koyar hatta yorum bile yazabilir.

 Otomatik pilot, GPS sistemi ve de su üstü radarı birbirine bağlanabiliyor ve bu sistemle istediğiniz rotada yolculuk yapabiliyorsunuz. Önünüze tekne çıktığı durumlarda ayarlarınıza göre alarm çalıyor ve otomatik olarak rotadan saptırabiliyorsunuz tekneyi. Aletlerin en ilginç olanı ise Sonar. Sonar motorun çevresinde belli uzaklıktaki bir dairesel koni içerisinde balık olup olmadığını gösterir. Sonar çalıştığı zaman teknenin altından 1.5 metrelik dom dedikleri aslında ses sinyallerinin iletimi ve geri dönüşünü algılayan sensör kafasıdır. Sonar cihazları 80 bin dolardan 200 bin dolara kadar teknik özelliklerine göre fiyatlara sahip. Bu cihazlar balıkçılığı bitiriyor diye çok tartışmalar yaşandı, ilk olarak Özal zamanında 80’li yıllarda ülkeye girdi bu cihazlar. Şahsi fikrim balıkçılığı filan kurutmuyor sonarlar. Denizlerimize sahip çıksak, akıllı bir biçimde avlansak bu denizlerde balık kolay kolay bitmez. Biz sanayi atıklarımızı, kati çöplerimizi Karadeniz’e boşaltmaya devam edersek, gemilerin pis yağlarını Karadeniz’e boşaltmasına müdahale etmezsek, tuna nehrinden devamlı olarak zehirli maddelerin akmasına bir son vermezsek, gemi rotalarını balık havzalarını gözönünde bulundurarak ayarlanmazsa çevre alanlar içinde balıkçılık acısından en verimli deniz olan Karadeniz kat kat daha büyük zararlar görür ve görmektedir. Sonarlar gyro pusulaya ve de akıntı cihazına bağlanarak adeta sensör füzyonu uygulaması ile birlikte çalışabilmektedir. Sonar ile balık takibi ise tam bilgisayar oyunu gibi bir şey. Balığı ekrandan hiç kaybetmemeye çalışırken aynı zamanda motorun balığa göre olan pozisyonunu ayarlamaya çalışıyorsunuz, aynı anda tayfalar hazır ol pozisyonuna geçiyorlar ve peşinden balığı pozisyonlanabildiyseniz mola (ağın denize dökülmeye başlaması). Derinliğini değiştirmeyen balık alaylarını ekrana kilitleyip takip de edebiliyorsunuz ama bu tekniği kullanabilen fazla kişi yok. Su an balıkçılar için sorunlardan bir tanesi de bu, özellikle sonar ayarları ve de sonarı etkili bir şekilde kullanmak çok önemli, balığa çıktığım zamanlarda bu cihazın kitaplarını okuyup, deneme yanılma yöntemleri ile tuşların ne ise yaradığını öğrenen reislerle çok tartışmışımdır. Aslında onlara da hak vermek lazım, bilmeleri gereken o kadar iş var ki hepsine hakim olmak zor oluyor tabii. Reis teknenin makine aksamından, algarina, tayfaların yönetiminden, kuledeki cihazlara, borcun da harcına her şey ile ilgilenmek zorunda.

Kaptan kulesinden aşağıya doğru inersek teknenin 2. katında balık pompası (Fish Pump) göze çarpar. Balık pompası ağ çekilmesinin sonuna doğru ağın içinde sıkışmış balığı deniz anası, amcola gibi şeylerden arındırarak balığı teknenin içine, diğerlerini de denize boşaltan hidrolik bir pompa. Teknenin güvertesinde ırgat teşkilatı vardır, denize atılan ağın altının basılması için kullanılan çelik tel bu ırgatlar vasıtasıyla çekiliyor. Ağ denize atıldıktan sonra yapılan ilk iş ağın altının basılmasıdır. Böylece ağ kapalı bir havuz olur ve de balıklar için kaçak açık bir yer kalmaz. Teknenin kıç üstüne doğru gittiğimizde uzun bomba direkleri görürüz. Bunlar ağın altı basıldıktan sonra ağın tekrar teknenin içine alınması için kullanılır, direklerin en tepesinde hidrolik makaralar vardır, bu makaralar sayesinde ağ kolay bir şekilde teknenin içine istifli bir şekilde alınır. Ağın çekilmesi bittikçe teknedeki herkesin heyecanı iyice artar. Herkesin gözü ağın içine bakar. Hele işin en sonunda balığın en sıkıştığı anda tayfaların ağa asılışı ayrı bir heyecan. Hepsi aynı anda çizmeli, muşambalı halleriyle “hoy hooy hooooop” diye asılırlar ağa hep beraber. Bundan sonra yaşanan en güzel an ise balığın güverteye boşaldığı andır. Sonrasında balıklar ayaklanıp, buzhaneye şoklanmaya giderler. İşler her zaman burada yazdığım gibi yolunda gitmiyor tabii. Karşılaşılabilecek envai çeşit problem var. Ağ elişkana verilir (ağın denizin dibinde yırtılması durumu), çelik tel sarık yapar (telin düz bir şekilde değil de karışık bir halde gelmesi), ağın altını basarken tel kopar, balığı tam güverteye alacaksınız ağırlıktan ağ patlar, kayış atar, herhangi bir pompa bozulur...Gezme maksadıyla gittiğim balıkçılıkta gecenin köründe, Karadeniz’in ve dalgaların ortasında motorda çalışanların yaşadıkları zorlukları görmeye dayanamayıp kafamı yastığa vurduğum çok olmuştur...

En ufak bir aksaklık çok büyük fırsatların kaçırılmasına neden olabilir. Bunun anlaşılması için başımdan gecen çok ilginç bir olay aktarmak istiyorum. 3 sene önce amcamla birlikte Çanakkale’de balıktayız (Balık avlanma surecine verilen ad), sabaha doğru güneş daha doğmamış ve aniden sonarda çok büyük bir balık kütlesi ile karşılaşıyoruz, tam mola yapacağız (ağı denize dökmek), karşımızdan sancak iskele ışıklarından (bordo fenerleri diye anılırlar teknelerin sağında yanı sancağında yeşil ışık, solunda yanı iskele tarafında da sol ışık bulunur böylelikle gece yolculuklarında tekneler tanınır) koca bir gemi geldiğini fark ediyoruz, geminin geçmesini bekliyoruz ve balık hala ekranda, sabahın o vaktinde genelde balıklar fazla hareket etmezler, balık kolyoz balığı ve en az 5000 kasalık bir balık. Amcamın dediğine göre bir balıkçıya ömründe birkaç kere denk gelir bu büyüklükte balık alayı, hem de balıkçılık sezonunun tam başında, sezona moralle başlamak için tam fırsat. Gemi geçiyor ve biz mola diyerek ağı dökmeye başlıyoruz, 200 metre uzunluğunda ağı döktükten sonra arkadan bir ses yankılanıyor tel akmıyor diye. Hemen motor duruyor ve ağı dökemiyoruz, ağı geri çekmek zorunda kalıyoruz ve o balığı kaçırıyoruz. Isin sonunda telin akmamasının sebebinin acemi olan genç bir tayfanın bir demir çubuğunu halkasına takmayı unutmuş olduğunu öğreniyoruz. Amcam birkaç hafta kendine gelemiyor çünkü bizim kaçırdığımız o balığı başka bir balıkçı tutuyor ve bugünün parası ile 50 milyarlık bir balık satıyor o balıkçı. O genç çocukta bayağı bir bunalım yaşadı, kimse ona kızmadı ise de psikolojik olarak bu onun için ağır bir yüktü. Bu tür bir hata kimin aklına gelir, veya bu tür bir hatanın nelere mal olacağı...

Teknenin makine dairesine de bir bakarsak genelde 500 beygirden 1000 beygire kadar çift makineli veya 3 makineli olur bahsettiğim balıkçı tekneleri. Bunların yanında 2,3 tane jeneratör makinalar vardır. Teknelerde ırgat ve ağ çekmede kullanılan aletler genelde hep hidroliktir. Makine dairesinden jeneratörlere bağlı olan pompaların yağı devir daim etmesi ile motordaki hidrolik sistemler çalışır. Makine dairesinden alttan güverteye doğru yöneldiğimizde ambarlarla ve de buzhane ile karşılaşırız. Balığın taze bir şekilde dışarıya aktarılması için balık tutulur tutulmaz buzhanede şoklanır ve taze olarak orada saklanır. Ambarlardan öteye gittiğimizde tayfaların yatakhanesi, üste kamara, yanında mutfak.....

Bu anlattığım ve daha birçok anlatamadığım motorun donanım sistemi teknik, elektronik aletlerin dışında birçok şey balıkçılar tarafından dizayn edilmiştir. Ağın yapısından, motorun sekline kadar her şey balıkçıların direk olarak talebi ile oluştuğu için, balıkçılar bence aynı zamanda sistem tasarımcısılardır. Bugün mühendisleri toplasak 1 yıl çalışma yapsalar iş, zaman etüdü, verimliliği artırmak adına, çok fazla yapacakları bir şey yoktur çünkü onlar adına bunu balıkçılar yıllar boyu yapmışlar ve halen de yapmaktalar. Belki yaptıkları birçok şey deneme yanılma, ama o bile bir metottur ve getirdiği, ulaştırdığı sonuca göre yorumlasak belki en etkili metot olur...

Gırgır balıkçılığı ile genelde lüfer, palamut, çinekop (lüferin ufağı), istavrit, hamsi, orkinos, sardalya, kolyoz gibi balıklar tutulur. Bu balıkların boyutları farklı farklı oldukları için balıkçılar 3 tip ağ kullanırlar. Hamsi ağı, Canavar ağı, orkinos ağı. Bu ağlar göz büyüklüğüne göre farklılık gösteren ağlar. Hamsi ağı en ufak gözlü olanı, ve en pahalı olanı. Bu arada hamsi balığı Türkiye’nin en bereketli olan ve de ayrıca en endüstriyel olan balikdir. Hamsi yumurtaları denizin dibinde degilde denizin ortasında yüzerler bu yüzden dipte diğer balıklara yem olma durumu olmaz ve böylelikle çok çoğalırlar. Bunun yanı sıra hamsi balığından balık unu yapılmaktadır. Balık unu ise yem sanayinde bolca kullanılmaktadır. Su an balıkçılık yapıp aynı zamanda balık unu fabrikası kuran balıkçılar var, bir nevi tekstildeki entegre tesisler gibi.

Balıkçılıktaki organizasyon sekli ise şöyledir, en üstte reis onun altında tayfaların koordinatörü diyebileceğimiz koca reis, sonrasında yaptıkları ise göre botçu (büyük motorların arkalarında çekili olan ufak tekneler.), mantarcı (ağ çekilirken mantarı istif eden), hamlacı(ağ çekilirken ağın dip tarafındaki ağırlık yapan kurşunları istif eden), makinist, torcu (ağın mantar yaka ile kursun arasında kalan ağ kısmını istif eden), telci, güverte de çalışanlar, aşçı... diye tayfalar ayrılırlar. Reis’in tayfaya karşı tutumu çok önemlidir. Doğaya karşı mücadelenin zorluğunun getirdiği asabiyet sonucu bazı reisler tayfalara karşı çok aşağılayıcı oluyorlar. Tayfalar da son yıllarda motorlardan kaçmaya başlamışlardır. Özellikle balık sezonu kotu başladıysa, bu kaçış olaylarına sıkça rastlanmaktadır. Tayfalar sezon başında plakta denilen pesin para alırlar. Bunun hakkini bile ödemeden gerçeklesen bazı kaçış olayları balıkçıları çok zor durumda bırakmaktadır.

Bir reis için motoru tüm donanımıyla idare etmekten öte tayfaları da çok iyi bir şekilde idare etme zorunluluğu vardır. Onlarda kendine karşı güven oluşturmalı ve de morallerini daima yüksek tutmaya itina göstermeli. Özellikle her motorun tayfasının birbirinden ve de tuttuğu balıktan haberdar olma gibi bir durum ile karşı karsıya olduğunuz için eğer siz az balık tutmuşsanız reis olarak bunun makul açıklamaları tayfalara kapalı bir şekilde vermek zorundasınız. Aslında denizde her şey nasip kısmettir, emsaliniz motorlarla aynı yerlerde avlan irsiniz, aynı imkânlarınız vardır ama tuttuğunuz balık çok farklı olabilir. Bunun içinde çok ilginç bir örnek vermek istiyorum. Türkiye’nin Romanya sınırına en yakın yer Kırklareli’ne bağlı Igneada‘da balıkçılık yaptığımız günlerin birinde, yine sabahleyin erkenden tüm balıkçı motorları limandan çıkıyoruz, biz en öndeyiz, radarda yüklü bir balık tespit ediyoruz ve hemen ağ atıyoruz, tüm motorlar de pesimizden ağ atıyorlar. Hemen 50 metre yanımıza da başka bir balıkçı motoru ağ atıyor. Telsizlerden konuşuluyor hemen hemen herkes radarında aynı şeyleri görmüş. Biz ağı çektik içinden 1000 tane filan lüfer balığı çıktı. Yanımızdaki motor ağını tam bitirmemesine rağmen ağının lüferlerle dolu olduğunu görüyoruz ve o moladan o motor tam 50,000 civarında lüfer balığı avlıyor. Bugünün parasıyla 150 milyarlık bir paraya o balığı satıyor. Gelinde buna nasip kısmet demeyin... Bunun gibi daha bir suru örnek gosterilebilir.

Reislerin babadan oğula gecen balıkçılıkta kullanılması zaruri olan bir takım bilgileri vardır. Bugün bu anlattığım balıkçılığı yapan tüm reislerin hafızasında tüm Karadeniz sahilleri, İstanbul Boğazı, Marmara sahillerinden Çanakkale’ye kadar denizin dibinin haritası vardır. Bu haritanın çizili bir hali yoktur, ama hafızalarında nerde kaya, tas, batik gemi, kepezlik, kum hepsinin yeri doğal koordinatları ile mevcuttur. Bu doğal koordinat aslında eski balıkçı reisleri için daha geçerli bir kavram. İki çizginin kesiştiği noktanın yerinin sabit olduğunu bilen balıkçılar kendilerine işaretlerle kafalarına belli yerlerin doğal koordinatlarını yazmışlardır. Mesela atıyorum kilyosun kumu ile rivadaki minarenin hizasındayken liman ağzı ve eşek adası da aynı hizaya geliyorsa orası su kayalıktır gibi kafalarına onlarca işaret koymuşlardır. Bu doğal koordinatlar o kadar şaşmaz ki mesela unlu trolcülerden olan dedem 30 metre arası olan iki kayanın arasından bu doğal işaretleri vasıtasıyla trol kapaklarını geçirebiliyormuş. Deniz altı bilgilerinden öte denizin üstüne dair, hava şartlarına dair, ayın durumuna dair de birçok bilgi sahibidir balıkçılar. Adeta Doğa bilimcisi gibi düşünen insanlar. Balıklar genelde alaylar halinde gezerler. Tutulan balıklara ve miktarlarına göre reisler kendi aralarında balıkların ne tarafa doğru yöneldiklerini, ne zaman ve nerede tutulabileceklerine dair çok yoğun tartışmalar yaparlar. Kafalarında ne bir istatistiki model vardır ne Markov Chain gibi olasılık hesap modelleri. Balık bugün Zonguldak’ta tutulduysa iki gün sonra Şile’de tutulma olasılığı şudur diye bir hesap yapmazlar ama onların saf tecrübeleri ile yaptıkları hesapların bahsi gecen modellerden çok daha fazla tutarlı olacağını düşünüyorum.

Balıkçılıkta Doğa kanunlarına karşı iş yaptığınız için ve de beser gücünü aşan bir kuvvetle karşı karşıya olduğunuz için, balıkçılar arasındaki birlik ve beraberlik çok güçlüdür. Dışarıdaki dünyada beserin kendi elleriyle koydukları kurallar ile birbirini yemekle uğraşmaz balıkçılar.  Herhangi bir zaman herhangi bir motor zor duruma düştüğü an hemen bir diğeri ona yardıma koşar, kendi ekmeği pesinde koşmaktansa yardımı tercih eder. Yalnız kendinizi düşünmeye başladığınız anda potansiyel anlamda itibarınızdan öte çok şey kaybetmeye başlamissinizdir denizcilikte. Bir motorun başka bir balıkçı motorunun aleyhine hareket etmesi diye bir şey çok az olur, çünkü sistem bu tür kaçamaklara izin vermeyecek şekilde ayarlanmış. Halbuki Türkiye’de yaşanan vahşi kapitalizm gibi herkesin aynı balığı tutmaya çalıştığı hengamda balıkçıların karşılıklı yardımlaşma içinde olmaları pek de mantıklı gibi gözükmüyor ilk başta. Son olarak da balıkçı reislerindeki karar mekanizmalarına dair bir kaç söz ederek daha üzerinde çok konuşulacak olan balıkçılığa dair yazımı bitirmek istiyorum. Haberleşmenin dünyadaki önemi ve yeri aynen balıkçılık için de geçerli. Bu sebepten dolayı balıkçılarda her türlü haberleşme cihazı, hatta bazı balıkçılarda bu haberleşme cihazlarını dinleme cihazları bile mevcut (cep telefonunun olmadığı zamanlarda mobil telefonları dinleyen aletlerle başka balıkçıları dinleyen balıkçılar vardı, bu iş çok vaveyla kopardı...). balığın nerede çıkacağı hiç belli olmadığından balığın ilk çıktığı yerden haberdar olmak, ne miktarlarda çıktığını bilmek, bunun üzerindeki yorumları takip edebilmek gibi birçok sebepten dolay haberleşme çok önemlidir. Balıkçının aldığı bir haberi değerlendirip, motoru yönlendirmesi aslında en çok balıkçının karakterine bakar, gezmeyi seven bir balıkçı, mazot yakmayı çok fazla düşünmez ve aldığı haberlere karşı hassasiyeti mazot yakmaktan kaçınan, fazla dolaşmaktansa belli yerlerde mevzilenip orda balığın kendine gelmesini bekleyen bir balıkçı karakterine göre daha fazladır. Ama sonuçta ne olursa olsun belli bir risk – getiri anlayışı ve buna bağlı olarak her balıkçının kendine göre oluşturduğu fayda eğrisine göre bir karar alma durumu vardır. Bu her ne kadar matematiksel bir temelden öte, hissi bir temele dayansa da sonuçta ikisi de birbirine paralellik arz ettiği bir şekilde balıkçı kararını verir... Yine bence bu tür islerde hissi ve sezgisel davranmak başka her türlü metodun üstünde gelir. Çünkü karşınızda sizin iradenizden bağımsız bir şekilde mevcudiyetini sürdüren bir Doğa var.........
Her ne kadar yazılacak daha çok şey  olsa da....

Saygılarımla,
Haluk Bayraktar
(18 Temmuz 2001, Sarıyer/İstanbul)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder