Türkiye’de balıkçılık özelliklede bu yazıda bahsedeceğim gırgır balıkçılığı su ana kadar hayatımda gözlemlediğim işler arasında en zor olanı. Balıkçı reislerinin yasadıkları zorlukları yakından görme fırsatına sahip birişi olarak hayat mücadelesinde gösterdikleri dirayet karşısında onlara karşı hep hayranlık beslemişimdir. Düşünsenize ailenizden, evinizden uzakta belirsizliğe doğru açıldığınız denizde nerede, ne zaman, ne miktarda tutacağınız veya tutamayacağınız balığin pesinde koştuğunuzu... Bu meslekteki belirsizliği göstermesi açışından uğurlanma seklini bilmek bile yeterli "Rastgele"...
Bu yazıdan amacım ilkel bir meslek gibi gözüken balıkçılık mesleğinin
aslında ne kadar komplike, gerektirdiği çaba bakımından da ne kadar yıpratıcı
olduğunu, ne kadar kapsamlı bir tecrübe, teknik bilgi ve de sistematik bir
yönetim anlayışı gerektirdiği gibi konular üzerinde duracağım. Denizde uğraştığınız
şey insan, makina ve bunlar arasındaki ilişkilerden öte; doğa, makina, insan ve
de bunların birbirleriyle olan iletişimi...
Gırgır balıkçılığının avlanma mantığı şu şekilde: Gırgır ağı (yaklaşık 1500
m uzunluğunda, 100 metre derinliğinde) dairesel bir manevra ile denize dökülür,
sonra bu ağın altı basılır (ağın alt yakasında demir halkalar vardır ve bu halkaların
içinden gecen çelik tel vasıtası ile ağın altı sıkıştırılarak kaldırılır), ağ
adeta bir havuz olur. Ağ çekildikçe bu havuz ufalır ve en son içindeki balık
ufalan ağda sıkışır ve balık motorun içine alınır. Is anlatıldığı gibi basit değil
tabii, denizdeki balığın bulunması, ağın balığı içine alacak şekilde dökülmesi,
çekilmesi, balığın motora alınması, kasalaması, buzlanması gibi bir çok iş var.
Bu çeşit balıkçılığı yapan motorların uzunlukları 30 metreden 55 metreye kadar değişiyor. Bugün gırgır
balıkçılığı yapacak donanıma sahip 50 metre uzunluğunda bir tekne yapmak en az
1 milyon dolarlık bir yatırım. Bu işi yapanların %50'si İstanbul’da yasayan Trabzon
ve Rizeliler, diğer büyük bir kısmi doğu Karadeniz’de. Bu işi yapabilmek için çocukluktan balıkçılığa
başlanması gerekiyor çünkü tecrübe çok önemli ve bilinmesi gereken dünya kadar iş
var. Aslında Türkiye’de balıkçılık tekniği ve teknelerin yapısı gelişen
teknolojiye paralel olarak ve de Karadeniz insanının pratik zekâsının getirdiği
avantajlarla çok hızlı ilerlemiş, birde devletin bu alana hiç müdahalesi olmaması
da önemli bir etken. 20 yıl önce 20 metre teknelerle yapılan işi simdi 50
metrelik teknelerle yapıyorlar. bu tür teknelerde en az 20 tayfa bulunur.
Tayfalar genelde Ordu, Samsun gibi illerden gelir. Trabzon ve Rizeliler genelde emir altına
girecek tipte insanlar olmadıkları için bu illerden tayfalık yapan pek yoktür. Tayfaların
kazanç sistemi ise çok ilginç. Tayfalar motorun yaptığı kara orantılı olarak kazanıyorlar.
Satılan balıktan masraflar (mazot, kumanya) çıkarılıyor ve geriye kalan kar
tayfalar ve motor sahipleri arasında paylaştırılıyor. Bu tür kazanç sisteminden
dolay asgari ücret, standart maaş gibi kavramlar yok. Kar zarar sistemi gibi
bir sistem. Kazanç değişkenliğinin çok olduğu bu meslekte sabit ücretle bu işin
yapılmasının imkânsız olduğunu gören balıkçılar bu tür bir sistem geliştirmişler.
Motorun sahibi kar ettiği kadar tayfa kar eder. aslında bu motordaki sosyal
dengenin sağlanması açışından da önemli bir etken. Her ne kadar belirsizliğin
hakim olduğu bir meslek olsa da balık tutulduğu dönemlerde çalıştığı kadar kazanacağını
bilen tayfa fazla çalışmaktan çekinmez veya çalışmaktan kaçmaz. Ekonomik açıdan
volatilitenin maksimum seviyelerde oynadığı günümüz Türkiye’sinde de “zero-sum
game” mantığından yanı birinin kar ettiği kadar diğerinin zarar ettiği bir
mantaliteye alternatif olabilecek türden bir anlayış.
Balıkçı motorlarında anlatmadan geçilmeyecek olan bir yer var oda kamara. Günün
her saatinde muhabbetin hiç eksik olmadığı, çayların bardaklardan hiç boşalmadığı
ve sigaranın her an tuttuğu bir ortam. Tayfalar çektikleri sıkıntılı hayatin
yükünü bir nebze azaltmak için gelecekleri adına hayaller kurar, ümitleri ile
yasarlar. Bütün bunların gerçekleşmesinde nerede, ne zaman ve ne miktarda tutulacağı
belli olmayan balığa bağlıdır. Etrafınızda dalgaların kırıp geçirdiği, denizin ortasında
yapayalnız balık aramakla geçirilen saatlerde kamaradan başka ne paklar ki
insani.
Gırgır balıkçılığında kullanılan donanım ve aletlerin detayına girersek, en
tepedeki kaptan kulesinde su üstü radarından, dikey radarına (Echo Sounder), Sonarına,
İstanbul’dan Rusya ile netlikle konuşabileceğiniz HF Frekans SSP telsizine, GPS
(Küresel Konumlama Sistemi) sistemine, otomatik pilotuna, gyro pusulasına,
normal-kara deniz telsizine, koca tekneyi kalem kadar bir çubukla manevra ettirebileceğiniz
hidrolik dümenine, denizin dibindeki değişik akıntıların hızlarını, vektörel
olarak yönlerini veren akıntı cihazına (Current Indicator), hava durumu için
barometresine kadar birçok cihaz bulunmaktadır. Su üstü radarı denizin üzerinde
yüzen gemi, kuş, sandal her şeyi gösteren bir cihazdır. Balıkçılar bu cihaz
sayesinde sisli havalarda bile ağlarını rahatça denize döküp, denizin üstünde
20 cm kadar yükseklik yapan ağın mantarlarını
bu cihazlarla kontrol ederler. Genelde 50, 60 deniz mili seviyelerine kadar gösterir.
Dikey radar teknenin altından gecen veya teknenin üstünden geçtiği balıkları gösteren
bir radardır. Herhangi bir balıkçı teknesinde en 2 tane bulunur. Motorun altında
bu radarın aynaları bulunur, bu aynalardan gönderilen değişik frekanstaki ses
sinyalleri ile denizin dibi ile motorun arasında kalan cisimler ekranda değişik
renk tonlarında belirir. Ekranda beliren değişik renklerdeki cisimlerden hangisinin
balık, hangisinin parazit, hangisinin kaya, yem vb. olduğunu anlamak reis için çok
kolaydır. Aslında tüm bu cihazlar silah çıktı
mertlik bozuldu hesabi birçok adeti, alışkanlığı alt üst etmiş durumda. Eskiden
kus sıçtı mola, oynak takibi, suyuna göre balık tutma teknikleri gibi gözlemlerin
yerini bu teknik aletleri kullanma kabiliyetine bağlı olan bir balıkçılık almış
durumda. SSP telsizi çok özel bir telsiz. Rusya’da batan Türk balıkçı
tekneleriyle İstanbul’daki balıkçılar bu telsizler vasıtasıyla an ben an net
bir şekilde konuşuyorlardı. GPS sistemi teknenin koordinatlarını gösteren ve de
bağlı olduğu monitörde harita seklinde teknenin izlediği yolu, hızı gösterir.
Bu sistemle ayrıca belli önemli bulduğunuz koordinatlara değişik işaretler
koyabilirsiniz. Mesela ağını belli bir yerde yırtan balıkçı o yerde bir daha ağ
atmamak için o koordinata GPS vasıtasıyla bir işaret koyar hatta yorum bile
yazabilir.
Otomatik pilot, GPS sistemi ve de su
üstü radarı birbirine bağlanabiliyor ve bu sistemle istediğiniz rotada yolculuk
yapabiliyorsunuz. Önünüze tekne çıktığı durumlarda ayarlarınıza göre alarm çalıyor
ve otomatik olarak rotadan saptırabiliyorsunuz tekneyi. Aletlerin en ilginç olanı
ise Sonar. Sonar motorun çevresinde belli uzaklıktaki bir dairesel koni
içerisinde balık olup olmadığını gösterir. Sonar çalıştığı zaman teknenin altından
1.5 metrelik dom dedikleri aslında ses sinyallerinin iletimi ve geri dönüşünü
algılayan sensör kafasıdır. Sonar cihazları 80 bin dolardan 200 bin dolara
kadar teknik özelliklerine göre fiyatlara sahip. Bu cihazlar balıkçılığı
bitiriyor diye çok tartışmalar yaşandı, ilk olarak Özal zamanında 80’li yıllarda
ülkeye girdi bu cihazlar. Şahsi fikrim balıkçılığı filan kurutmuyor sonarlar.
Denizlerimize sahip çıksak, akıllı bir biçimde avlansak bu denizlerde balık kolay
kolay bitmez. Biz sanayi atıklarımızı, kati çöplerimizi Karadeniz’e boşaltmaya
devam edersek, gemilerin pis yağlarını Karadeniz’e boşaltmasına müdahale
etmezsek, tuna nehrinden devamlı olarak zehirli maddelerin akmasına bir son
vermezsek, gemi rotalarını balık havzalarını gözönünde bulundurarak
ayarlanmazsa çevre alanlar içinde balıkçılık acısından en verimli deniz olan
Karadeniz kat kat daha büyük zararlar görür ve görmektedir. Sonarlar gyro
pusulaya ve de akıntı cihazına bağlanarak adeta sensör füzyonu uygulaması ile
birlikte çalışabilmektedir. Sonar ile balık takibi ise tam bilgisayar oyunu
gibi bir şey. Balığı ekrandan hiç kaybetmemeye çalışırken aynı zamanda motorun balığa
göre olan pozisyonunu ayarlamaya çalışıyorsunuz, aynı anda tayfalar hazır ol
pozisyonuna geçiyorlar ve peşinden balığı pozisyonlanabildiyseniz mola (ağın
denize dökülmeye başlaması). Derinliğini değiştirmeyen balık alaylarını ekrana
kilitleyip takip de edebiliyorsunuz ama bu tekniği kullanabilen fazla kişi yok.
Su an balıkçılar için sorunlardan bir tanesi de bu, özellikle sonar ayarları ve
de sonarı etkili bir şekilde kullanmak çok önemli, balığa çıktığım zamanlarda
bu cihazın kitaplarını okuyup, deneme yanılma yöntemleri ile tuşların ne ise yaradığını
öğrenen reislerle çok tartışmışımdır. Aslında onlara da hak vermek lazım,
bilmeleri gereken o kadar iş var ki hepsine hakim olmak zor oluyor tabii. Reis
teknenin makine aksamından, algarina, tayfaların yönetiminden, kuledeki
cihazlara, borcun da harcına her şey ile ilgilenmek zorunda.
Kaptan kulesinden aşağıya doğru inersek teknenin 2. katında balık pompası (Fish
Pump) göze çarpar. Balık pompası ağ çekilmesinin sonuna doğru ağın içinde sıkışmış
balığı deniz anası, amcola gibi şeylerden arındırarak balığı teknenin içine, diğerlerini
de denize boşaltan hidrolik bir pompa. Teknenin güvertesinde ırgat teşkilatı vardır,
denize atılan ağın altının basılması için kullanılan çelik tel bu ırgatlar vasıtasıyla
çekiliyor. Ağ denize atıldıktan sonra yapılan ilk iş ağın altının basılmasıdır.
Böylece ağ kapalı bir havuz olur ve de balıklar için kaçak açık bir yer kalmaz.
Teknenin kıç üstüne doğru gittiğimizde uzun bomba direkleri görürüz. Bunlar ağın
altı basıldıktan sonra ağın tekrar teknenin içine alınması için kullanılır,
direklerin en tepesinde hidrolik makaralar vardır, bu makaralar sayesinde ağ
kolay bir şekilde teknenin içine istifli bir şekilde alınır. Ağın çekilmesi bittikçe
teknedeki herkesin heyecanı iyice artar. Herkesin gözü ağın içine bakar. Hele işin
en sonunda balığın en sıkıştığı anda tayfaların ağa asılışı ayrı bir heyecan.
Hepsi aynı anda çizmeli, muşambalı halleriyle “hoy hooy hooooop” diye asılırlar
ağa hep beraber. Bundan sonra yaşanan en güzel an ise balığın güverteye boşaldığı
andır. Sonrasında balıklar ayaklanıp, buzhaneye şoklanmaya giderler. İşler her
zaman burada yazdığım gibi yolunda gitmiyor tabii. Karşılaşılabilecek envai çeşit
problem var. Ağ elişkana verilir (ağın denizin dibinde yırtılması durumu), çelik
tel sarık yapar (telin düz bir şekilde değil de karışık bir halde gelmesi), ağın
altını basarken tel kopar, balığı tam güverteye alacaksınız ağırlıktan ağ
patlar, kayış atar, herhangi bir pompa bozulur...Gezme maksadıyla gittiğim balıkçılıkta
gecenin köründe, Karadeniz’in ve dalgaların ortasında motorda çalışanların yaşadıkları
zorlukları görmeye dayanamayıp kafamı yastığa vurduğum çok olmuştur...
En ufak bir aksaklık çok büyük fırsatların kaçırılmasına neden olabilir.
Bunun anlaşılması için başımdan gecen çok ilginç bir olay aktarmak istiyorum. 3
sene önce amcamla birlikte Çanakkale’de balıktayız (Balık avlanma surecine
verilen ad), sabaha doğru güneş daha doğmamış ve aniden sonarda çok büyük bir balık
kütlesi ile karşılaşıyoruz, tam mola yapacağız (ağı denize dökmek), karşımızdan
sancak iskele ışıklarından (bordo fenerleri diye anılırlar teknelerin sağında yanı
sancağında yeşil ışık, solunda yanı iskele tarafında da sol ışık bulunur böylelikle
gece yolculuklarında tekneler tanınır) koca bir gemi geldiğini fark ediyoruz,
geminin geçmesini bekliyoruz ve balık hala ekranda, sabahın o vaktinde genelde balıklar
fazla hareket etmezler, balık kolyoz balığı ve en az 5000 kasalık bir balık. Amcamın
dediğine göre bir balıkçıya ömründe birkaç kere denk gelir bu büyüklükte balık alayı,
hem de balıkçılık sezonunun tam başında, sezona moralle başlamak için tam fırsat.
Gemi geçiyor ve biz mola diyerek ağı dökmeye başlıyoruz, 200 metre uzunluğunda ağı
döktükten sonra arkadan bir ses yankılanıyor tel akmıyor diye. Hemen motor
duruyor ve ağı dökemiyoruz, ağı geri çekmek zorunda kalıyoruz ve o balığı kaçırıyoruz.
Isin sonunda telin akmamasının sebebinin acemi olan genç bir tayfanın bir demir
çubuğunu halkasına takmayı unutmuş olduğunu öğreniyoruz. Amcam birkaç hafta
kendine gelemiyor çünkü bizim kaçırdığımız o balığı başka bir balıkçı tutuyor
ve bugünün parası ile 50 milyarlık bir balık satıyor o balıkçı. O genç çocukta bayağı
bir bunalım yaşadı, kimse ona kızmadı ise de psikolojik olarak bu onun için ağır
bir yüktü. Bu tür bir hata kimin aklına gelir, veya bu tür bir hatanın nelere
mal olacağı...
Teknenin makine dairesine de bir bakarsak genelde 500 beygirden 1000
beygire kadar çift makineli veya 3 makineli olur bahsettiğim balıkçı tekneleri.
Bunların yanında 2,3 tane jeneratör makinalar vardır. Teknelerde ırgat ve ağ çekmede
kullanılan aletler genelde hep hidroliktir. Makine dairesinden jeneratörlere bağlı
olan pompaların yağı devir daim etmesi ile motordaki hidrolik sistemler çalışır.
Makine dairesinden alttan güverteye doğru yöneldiğimizde ambarlarla ve de
buzhane ile karşılaşırız. Balığın taze bir şekilde dışarıya aktarılması için balık
tutulur tutulmaz buzhanede şoklanır ve taze olarak orada saklanır. Ambarlardan öteye
gittiğimizde tayfaların yatakhanesi, üste kamara, yanında mutfak.....
Bu anlattığım ve daha birçok anlatamadığım motorun donanım sistemi teknik,
elektronik aletlerin dışında birçok şey balıkçılar tarafından dizayn edilmiştir.
Ağın yapısından, motorun sekline kadar her şey balıkçıların direk olarak talebi
ile oluştuğu için, balıkçılar bence aynı zamanda sistem tasarımcısılardır. Bugün
mühendisleri toplasak 1 yıl çalışma yapsalar iş, zaman etüdü, verimliliği artırmak
adına, çok fazla yapacakları bir şey yoktur çünkü onlar adına bunu balıkçılar yıllar
boyu yapmışlar ve halen de yapmaktalar. Belki yaptıkları birçok şey deneme yanılma,
ama o bile bir metottur ve getirdiği, ulaştırdığı sonuca göre yorumlasak belki
en etkili metot olur...
Gırgır balıkçılığı ile genelde lüfer, palamut, çinekop (lüferin ufağı),
istavrit, hamsi, orkinos, sardalya, kolyoz gibi balıklar tutulur. Bu balıkların
boyutları farklı farklı oldukları için balıkçılar 3 tip ağ kullanırlar. Hamsi ağı,
Canavar ağı, orkinos ağı. Bu ağlar göz büyüklüğüne göre farklılık gösteren ağlar.
Hamsi ağı en ufak gözlü olanı, ve en pahalı olanı. Bu arada hamsi balığı Türkiye’nin
en bereketli olan ve de ayrıca en endüstriyel olan balikdir. Hamsi yumurtaları
denizin dibinde degilde denizin ortasında yüzerler bu yüzden dipte diğer balıklara
yem olma durumu olmaz ve böylelikle çok çoğalırlar. Bunun yanı sıra hamsi balığından
balık unu yapılmaktadır. Balık unu ise yem sanayinde bolca kullanılmaktadır. Su
an balıkçılık yapıp aynı zamanda balık unu fabrikası kuran balıkçılar var, bir
nevi tekstildeki entegre tesisler gibi.
Balıkçılıktaki organizasyon sekli ise şöyledir, en üstte reis onun altında tayfaların
koordinatörü diyebileceğimiz koca reis, sonrasında yaptıkları ise göre botçu (büyük
motorların arkalarında çekili olan ufak tekneler.), mantarcı (ağ çekilirken mantarı
istif eden), hamlacı(ağ çekilirken ağın dip tarafındaki ağırlık yapan kurşunları
istif eden), makinist, torcu (ağın mantar yaka ile kursun arasında kalan ağ kısmını
istif eden), telci, güverte de çalışanlar, aşçı... diye tayfalar ayrılırlar.
Reis’in tayfaya karşı tutumu çok önemlidir. Doğaya karşı mücadelenin zorluğunun
getirdiği asabiyet sonucu bazı reisler tayfalara karşı çok aşağılayıcı
oluyorlar. Tayfalar da son yıllarda motorlardan kaçmaya başlamışlardır. Özellikle
balık sezonu kotu başladıysa, bu kaçış olaylarına sıkça rastlanmaktadır.
Tayfalar sezon başında plakta denilen pesin para alırlar. Bunun hakkini bile ödemeden
gerçeklesen bazı kaçış olayları balıkçıları çok zor durumda bırakmaktadır.
Bir reis için motoru tüm donanımıyla idare etmekten öte tayfaları da çok
iyi bir şekilde idare etme zorunluluğu vardır. Onlarda kendine karşı güven oluşturmalı
ve de morallerini daima yüksek tutmaya itina göstermeli. Özellikle her motorun tayfasının
birbirinden ve de tuttuğu balıktan haberdar olma gibi bir durum ile karşı karsıya
olduğunuz için eğer siz az balık tutmuşsanız reis olarak bunun makul açıklamaları
tayfalara kapalı bir şekilde vermek zorundasınız. Aslında denizde her şey nasip
kısmettir, emsaliniz motorlarla aynı yerlerde avlan irsiniz, aynı imkânlarınız vardır
ama tuttuğunuz balık çok farklı olabilir. Bunun içinde çok ilginç bir örnek
vermek istiyorum. Türkiye’nin Romanya sınırına en yakın yer Kırklareli’ne bağlı
Igneada‘da balıkçılık yaptığımız günlerin birinde, yine sabahleyin erkenden tüm
balıkçı motorları limandan çıkıyoruz, biz en öndeyiz, radarda yüklü bir balık
tespit ediyoruz ve hemen ağ atıyoruz, tüm motorlar de pesimizden ağ atıyorlar.
Hemen 50 metre yanımıza da başka bir balıkçı motoru ağ atıyor. Telsizlerden konuşuluyor
hemen hemen herkes radarında aynı şeyleri görmüş. Biz ağı çektik içinden 1000
tane filan lüfer balığı çıktı. Yanımızdaki motor ağını tam bitirmemesine rağmen
ağının lüferlerle dolu olduğunu görüyoruz ve o moladan o motor tam 50,000 civarında
lüfer balığı avlıyor. Bugünün parasıyla 150 milyarlık bir paraya o balığı satıyor.
Gelinde buna nasip kısmet demeyin... Bunun gibi daha bir suru örnek gosterilebilir.
Reislerin babadan oğula gecen balıkçılıkta kullanılması zaruri olan bir takım
bilgileri vardır. Bugün bu anlattığım balıkçılığı yapan tüm reislerin hafızasında
tüm Karadeniz sahilleri, İstanbul Boğazı, Marmara sahillerinden Çanakkale’ye
kadar denizin dibinin haritası vardır. Bu haritanın çizili bir hali yoktur, ama
hafızalarında nerde kaya, tas, batik gemi, kepezlik, kum hepsinin yeri doğal koordinatları
ile mevcuttur. Bu doğal koordinat aslında eski balıkçı reisleri için daha geçerli
bir kavram. İki çizginin kesiştiği noktanın yerinin sabit olduğunu bilen balıkçılar
kendilerine işaretlerle kafalarına belli yerlerin doğal koordinatlarını yazmışlardır.
Mesela atıyorum kilyosun kumu ile rivadaki minarenin hizasındayken liman ağzı
ve eşek adası da aynı hizaya geliyorsa orası su kayalıktır gibi kafalarına
onlarca işaret koymuşlardır. Bu doğal koordinatlar o kadar şaşmaz ki mesela
unlu trolcülerden olan dedem 30 metre arası olan iki kayanın arasından bu doğal
işaretleri vasıtasıyla trol kapaklarını geçirebiliyormuş. Deniz altı
bilgilerinden öte denizin üstüne dair, hava şartlarına dair, ayın durumuna dair
de birçok bilgi sahibidir balıkçılar. Adeta Doğa bilimcisi gibi düşünen
insanlar. Balıklar genelde alaylar halinde gezerler. Tutulan balıklara ve miktarlarına
göre reisler kendi aralarında balıkların ne tarafa doğru yöneldiklerini, ne
zaman ve nerede tutulabileceklerine dair çok yoğun tartışmalar yaparlar. Kafalarında
ne bir istatistiki model vardır ne Markov Chain gibi olasılık hesap modelleri. Balık
bugün Zonguldak’ta tutulduysa iki gün sonra Şile’de tutulma olasılığı şudur
diye bir hesap yapmazlar ama onların saf tecrübeleri ile yaptıkları hesapların
bahsi gecen modellerden çok daha fazla tutarlı olacağını düşünüyorum.
Balıkçılıkta Doğa kanunlarına karşı iş yaptığınız için ve de beser gücünü
aşan bir kuvvetle karşı karşıya olduğunuz için, balıkçılar arasındaki birlik ve
beraberlik çok güçlüdür. Dışarıdaki dünyada beserin kendi elleriyle koydukları
kurallar ile birbirini yemekle uğraşmaz balıkçılar. Herhangi bir zaman herhangi bir motor zor
duruma düştüğü an hemen bir diğeri ona yardıma koşar, kendi ekmeği pesinde koşmaktansa
yardımı tercih eder. Yalnız kendinizi düşünmeye başladığınız anda potansiyel
anlamda itibarınızdan öte çok şey kaybetmeye başlamissinizdir denizcilikte. Bir
motorun başka bir balıkçı motorunun aleyhine hareket etmesi diye bir şey çok az
olur, çünkü sistem bu tür kaçamaklara izin vermeyecek şekilde ayarlanmış.
Halbuki Türkiye’de yaşanan vahşi kapitalizm gibi herkesin aynı balığı tutmaya çalıştığı
hengamda balıkçıların karşılıklı yardımlaşma içinde olmaları pek de mantıklı
gibi gözükmüyor ilk başta. Son olarak da balıkçı reislerindeki karar mekanizmalarına
dair bir kaç söz ederek daha üzerinde çok konuşulacak olan balıkçılığa dair yazımı
bitirmek istiyorum. Haberleşmenin dünyadaki önemi ve yeri aynen balıkçılık için
de geçerli. Bu sebepten dolayı balıkçılarda her türlü haberleşme cihazı, hatta bazı
balıkçılarda bu haberleşme cihazlarını dinleme cihazları bile mevcut (cep
telefonunun olmadığı zamanlarda mobil telefonları dinleyen aletlerle başka balıkçıları
dinleyen balıkçılar vardı, bu iş çok vaveyla kopardı...). balığın nerede çıkacağı
hiç belli olmadığından balığın ilk çıktığı yerden haberdar olmak, ne
miktarlarda çıktığını bilmek, bunun üzerindeki yorumları takip edebilmek gibi birçok
sebepten dolay haberleşme çok önemlidir. Balıkçının aldığı bir haberi değerlendirip,
motoru yönlendirmesi aslında en çok balıkçının karakterine bakar, gezmeyi seven
bir balıkçı, mazot yakmayı çok fazla düşünmez ve aldığı haberlere karşı
hassasiyeti mazot yakmaktan kaçınan, fazla dolaşmaktansa belli yerlerde
mevzilenip orda balığın kendine gelmesini bekleyen bir balıkçı karakterine göre
daha fazladır. Ama sonuçta ne olursa olsun belli bir risk – getiri anlayışı ve
buna bağlı olarak her balıkçının kendine göre oluşturduğu fayda eğrisine göre
bir karar alma durumu vardır. Bu her ne kadar matematiksel bir temelden öte,
hissi bir temele dayansa da sonuçta ikisi de birbirine paralellik arz ettiği
bir şekilde balıkçı kararını verir... Yine bence bu tür islerde hissi ve
sezgisel davranmak başka her türlü metodun üstünde gelir. Çünkü karşınızda
sizin iradenizden bağımsız bir şekilde mevcudiyetini sürdüren bir Doğa
var.........
Her ne kadar yazılacak daha çok şey olsa da....
Saygılarımla,
Haluk Bayraktar
(18 Temmuz 2001, Sarıyer/İstanbul)
(18 Temmuz 2001, Sarıyer/İstanbul)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder