Sayfalar

22 Ağustos 2012

TÜRK BALIKÇILIK SEKTÖRÜ TEHDİT ALTINDA

Karadeniz’de balıkçılık ile hayatını kazanmış ve bunu devletin su ürünleri avcılığına koyduğu sınırlara karşın en ufak bir ihlal yapmaksızın gerçekleştirmiş bir neslin torunu olarak bugün Bayram nedeniyle bulunduğum Sarıyer’de Gırgır Balıkçılığı ile ilgili gelişmeleri dinleme fırsatım oldu. Sonrasında yaptığım araştırmalar ışığında, açık bir şekilde bu alanda emek veren insanlara yapılan haksızlığa karşı dilsiz olmama prensibine dayanarak bu konuyla ilgili görüşlerimi arz ediyorum.

İnsanoğlunun doğası gereği dünyada arz ve talep dengesi üzerine kurulu ekonomik bir süreç mevcuttur. Örneğin makine sektöründe imalat faaliyeti yürüten tüm üreticilere bir anda çıkarılan bir kararla üretim kapasitelerini yarıya indirilmesi emri verilse bu sektöre bağlı tüm ekonomik dengeler alt üst olur ve sonuçları toplum açısından buhranlara varacak nitelikte çalkantılara sebep olur. Son günlerde ülkemizde gırgır ağı kullanan balıkçı gemilerine yönelik olarak yaşanan sürecin önümüzdeki sezonlar açısından bu tür çalkantılara neden olacağı değerlendirmekteyim.
Öncelikle nedenlerini ilerleyen satırlarda izah edeceğim, ismi gibi içerik olarak da ucube olarak nitelendirilebilecek müstehcen bir isimle yapılan Greenpeace kampanyası ile başlayan sürecin sonucunda, 18 Haziran 2012 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan tebliğ ile bu sektöre adeta darbe vurulmaktadır.
Çocukluktan tecrübi olarak yetişen ve adeta doğanın kuralları ile kendini eğiten balıkçılık dünyası genel olarak formal bir eğitim yapısına sahip olmaması, argümanlarını doğru temsilciler ile düzgün bir şekilde ifade edememiş olması bu durumu daha da kötüleştirmiş. Buna karşın sektörün tamamen dışındaki birtakım kişiler veya kaynağı belirsiz dahili veya harici çıkar grupları tarafından mesnetsiz, herhangi bir bilimsel araştırmaya ve analize dayanmayan tamamen “hariçten gazel okuma” olarak nitelendirilebilecek bir tavır içerisinde devletimizin resmi organlarını da yanıltmaya varacak minvalde kampanyalar yürütülmektedir.

Örnek teşkil etmesi bakımından “Balıkçılık Yol Ayrımında” baslığı ile yayınlanan Greenpeace raporuna bir bakıldığında lüfer, palamut balıklarına yönelik boy sınırlandırılmasına dayanak olacak herhangi bir bilimsel tespit yer almamaktadır. Sadece hamsi balığına yönelik 2005 yılında yapılmış bir makaleye atıf yapılarak, aynı makalede ele alınan ekolojik denge, meteorolojik etkenler vb. unsur göz ardı edilerek, balık stok durumunun sadece ve sadece balık boyu ile ilişkilendirildiği görülmektedir.

Lüfer, palamut vb. balıklar üreme, gelişim ve avlanma açısından hamsi balığı ile karşılaştırılmaması gereken, ayrı ayrı bilimsel çalışmalar yürütülerek ele alınması gereken balık cinsleridir. Konunun teknik açıdan detaylarına inildikçe bu kampanyalardaki yorumlar ile gerçeklerin tamamen ilgisiz olduğu ortaya çıkmaktadır. 1989 yılında hamsi balığına yönelik yapılan avlanma boylarına ilişkin bir değişiklik herhangi bir avlanma verisi ilişkilendirilmeden apayrı bir cins balığa uygulanması sonuçları itibariyle çok olumsuz neticelere sebebiyet verebilir. Bu anlayış ile denizlerimiz adeta bir deneme tahtası uygulamasına tabi tutulmakta, böyle bir uygulama ile de avlanmaya ilişkin ideal kriterlere ulaşılamayacağı rahatlıkla değerlendirilmektedir. Her balık cinsinin kendine ait dinamikler ile ilişki içerisinde olduğu ortamın ekolojik birçok parametre, beslenme döngüsü içerisindeki diğer balık cinsleri popülasyonları ile bağlantısı bilimsel olarak netleştirilmeden keyfi bir şekilde balık boyu değerlendirilemez.

İstatiksel literadürde nedensellik ve korelasyon gibi kavramlar yer almaktır. Bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde yürütülmekte olan kampanyalar ile oluşturulan manipülasyonlar korelasyon ile nedensellik arasındaki farkı bilimsel açıdan kavrayamamakla doğrudan ilişkilidir. Örnekler:

·        “Uzun bacaklı çocuklar okumayı daha kısa sürede söküyorlar” bulgusu araştırma ile desteklenmektedir. Nedensellik ve korelasyon arasındaki farkı bilmiyorsanız, bu sonuçlara bakınca, çocukların bacaklarının çeke çeke uzatılmasını tavsiye edersiniz. Verilen bilgiden çocukların bacak uzunluklarının ölçüldüğü ve buna bağlı olarak okumayı öğrenme hızlarının karşılaştırıldığı anlaşılıyor. Peki, çocukların yaşlarından söz ediliyor mu? Uzun bacaklı çocukların genellikle kısa bacaklılara göre yaşça daha büyük olduklarını göz önüne alırsak buradaki korelasyonun nedenini anlarız. Yani, uzun bacaklı çocuklar sadece uzun bacaklı olduklarından değil, onların yaşları da büyük olduğundan okumayı daha kısa zamanda öğreniyorlar. Böylece uzun bacaklı olmakla öğrenme hızı arasında bir korelasyonun bulunduğunu fakat bu korelasyonun nedensellik olmadığını anlıyoruz. (Ref: birey.com/avnia)
·        Aynı konuya balıkçılık dünyasından örnek vermek gerekirse 1970’li yıllarda Karadeniz’den Çanakkale boğazına kadar Uskumru balığı avlanabiliyordu ancak bu balık muhtemelen deniz kirliliğinden ve boğazlardan geçiş yapan gemi sayısının artışından vb.  nedenlerden dolayı bu tarihlerden sonra bu denizlere hiç girmedi. Bu durumun balık boyu ile herhangi bir ilgisi var mı?
·        1969 yılında çok büyük miktarda palamut balığı denizlerimizde mevcuttu, ancak 1970 yılında yok denecek kadar azdı, balık boyunun burada etkisi nedir?
·        2001-2002 yılları geçmiş 20 yıla nazaran karşılaştırılmayacak derecede çinekop balığı denizlerimizde mevcuttu. Bunun nedeni geçmiş 20 yıl içerisinde küçük çinekopların tutulmamasımıydı?
·        1991,1998,2005 ve 2012 (bu sene çok bol olacağı emareleri var) yıllarına sari adeta 7 senelik döngüler halinde aradaki yıllara nazaran ciddi oranda fazlalık gösteren palamut balığının sırrı 38 cm kuralımı? Örneğin bol olduğu 2005 senesinden bir yıl once 2004 yılında palamutun çok az olmasının nedeni nedir?
·        1994-1999 yılları arasında denizlerimizde çok çok az lüfer balığı var ancak aynı yıllarda lüferin ufağı olarak addedilen çinekopun bol olmasını nasıl açıklayacağız?

Verilen bu örnekler balık stok durumunun balık boyu ile direk ilişkilendirme yapılmasındaki çarpık mantığı ortaya koymaktadır. Ancak çok detaylı ve uzun yıllara yayılmış bilimsel istatistiki çalışmalar yalnız balık boyuna endekslenmeksizin ilgili her türlü parametrenin incelenmesi ile doğru sonuçlara ulaşılır. Böylesine bilimsel ve teknik alt yapı olmaksızın, ayrıca tavsiye edilen uygulamaların ekonomik neticelerin irdelememek konuya at gözlüğü ile bakılıyor olduğunu göstermektedir.

Yürütülen diğer bir yanıltmaca ise sadece Lüfer balığı ismini ele alarak, bunun bir ufak cinsi olup olmadığı konusunda kesin net bilimsel deliller olmayan çinekop balığına ilişkin sınırlandırmalar getirilmesidir. Konunun detaylarına vakıf olmayan sade bir vatandaşın kandırılarak rahatlıkla alet olabileceği ince siyasi manevralar bu konunun her detayında görülmektedir. Çinekop balığı 17-18 cm boylarında balıkçılarımız tarafından avlanmakta, 20 cm boy sınırlaması öncesinde olan 14 cm uygulaması ile verimli bir şekilde uygulanmakta iken, sadece Lüfer isminin zikredilerek 20 cm altında ufak lüfer tabiri ile zihinlerde bulanıklık oluşturulmaktadır.

Denizlerimizdeki doğal dengeyi daha net görmemizi sağlayacak başka bir örnek vermek gerekirse:
Karadeniz sularında 2 milyon adet yunus balığı olduğu, her bir yunusun da günde ortalama 35 kg balık yediği tahmin edilmektedir. Yunus balığı Karadeniz’de hamsi yememekte, bunun sebebi olarak da sürü halindeki hamsi topluluğuna saldıran yunusun hamsilerden dökülen pullardan dolayı o an için kör olduğu söylenmektedir. Bu durumda Palamut, lüfer, istavrit, tekir vb. balıkları yiyen yunus balığı her gün ortalama 70 bin ton balık yemekte, buda yaklaşık olarak 4.5 milyon kasa balığa tekabül etmektedir (1 kasa 15 kg). Karadeniz’de faaliyet gösteren 450 adet Gırgır Balıkçı teknesinin her gün ortalama 300 kasa/tekne balık tuttuğu varsayılırsa ki bu varsayım abartılıdır. Bu durumda her gün balıkçı motorları tarafından tutulan balık yunusların yediği balığın ancak % 3 nispetinde olmaktadır. Peki bu durumda stoğu azalan balıklar için Yunus balıklarının sayısını mı azaltmak gerekmektedir?

Diğer önemli bir husus ise Küçük Balıkçıların korunması için Büyük Balıkçıların avcılığının sınırlandırılması gibi bir yorum yapılması. Bugün ülkemizde en büyük balıkçı olarak ifade edilebilecek balıkçı motoru istihdam ettiği insan sayısı ve satış miktarı olarak değerlendirildiğinde kanunlarımıza göre ancak Küçük Ölçekli İşletme sınıfına girebilir. Bu tip işletmeler yani KOBİ’ler, ekonominin bel kemiğini teşkil etmektedir.

Ayrıca, Balıkçılıkta küçük büyük fark etmeksizin isçi ve işveren arasındaki hak paylaşımı, dünya üzerindeki en adil paylaşım sistemidir. Kar varsa bundan herkes nispeti oranında kazanır, zarar olduğu durumda ise bundan sadece işveren kaybeder. Vahşi kapitalizm ve globalleşme ile birlikte global “corporate” kuruluşların küçük esnafa hayat hakki tanımadığı birer birer tükendiği  günümüz dünyası için örnek alınası bir sistemdir balıkçılık dünyasının düzeni. Ezen veya ezilen bir sınıf yoktur, riskin ortak dağılımına orantılı olarak hakkaniyet vardır. Günümüzde böylesine adil bir sisteme ancak global sermaye örgütleri ve ilgili çıkar odakları karşı olabilir. Bu durumda GreenPeace örgütü bu faaliyeti ile hangi odaklara hizmet etmektedir? Üç bir tarafı denizler ile çevrili ülkemizi Yunanistan’dan balık ithali yapacak hale sokarak cari açığı daha da içinden çıkılamaz bir hale midir amaç?

Söz konusu kampanyalar kapsamında ülkemiz insanına her türlü iletişim, medya kanalları üzerinden yanlış bilgiler verilmek suretiyle imza kampanyaları düzenlenmesi ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımız etki altında bırakılmak istenmektedir.

18 Haziran 2012 Tarihli ve 28388 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan  3/1 Numaralı Ticari Amaçlı Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Tebliğ (No: 2012/65) ile yürürlüğe giren “Karasularımızda; gırgır ağları ile kıyıdan itibaren 24 metre derinlikten sığ sularda avcılık yapılması yasaktır.” Maddesi ile adalar bölgesinin, Büyükçekmece koyu ve İzmit koyunun gırgır ağları ile su ürünleri avcılığına tamamen yasaklanması hususları detaylı olarak ilgili karasuları ve deniz dibi zemini, avcılık lokasyonlarına nasıl bir etki oluşturacağı açısından irdelendiğinde ekonomik anlamda ciddi olumsuzlukların oluştuğu görülmektedir. Bu durum deniz haritası üzerinde yapılan işaretlemeler, balıkçılık yapılan bölge yoğunlukları açısından irdelendiğinde açık bir şekilde görülmektedir.

Karadeniz ve Marmara denizlerimizdeki gırgır ağları ile balıkçılık faaliyetleri detaylarına inildiğinde aslında avlanma sezonları içerisinde balıkçılarımızın tamamen göç halindeki balıkları avladığı, yumurtalama döneminin av sezonu dışında kalması ve de sürü akışının olmadığı durumlarda balıkların dinlenme yaptığı kayalık vb. bölgelerinde ağ yırtılmalarına neden olmasından kaynaklanacağından avlanma yapılmadığı görülecektir. Bu durum aslında bu bölgedeki avcılığın kendi içerisinde bir dengede olduğunu ortaya koymaktadır.

Karadeniz ve Marmara bölgesinde gırgır ağları ile su ürünleri avcılığı yapan balıkçı gemilerinin yıllık satış cirolarının en az %50 oranında azalacağı, özellikle Hamsi Ağları bulunmayan balıkçı gemilerinin satış cirolarının ise en az %60 oranında azalacağı değerlendirilmektedir. Bu tip balıkçık gemilerinin doğrudan oluşturduğu istihdam, bu gemicilerin aileleri, destek veren ilgili kişiler (satış, nakliyat, üretim) de dahil edildiğinde bir milyonun üzerinde vatandaşımızın bu durumdan etkileneceği değerlendirilmektedir. Bunun sonucunda oluşacak ekonomik zararların bu kesimin sosyal dengesini de alt üst edeceği, birçok balıkçı gemisinin faaliyetini sürdüremeyeceği çok açıktır.

Böylesine radikal sonuçlar doğuracak bu uygulamanın bu alanda faaliyet gösteren vatandaş kesiminin ekonomik açıdan ciddi mağduriyetlere uğramaması  ve de ülkemiz balık stoklarının dengeli bir şekilde korunması için bilimsel ve teknik açıdan detaylı bir değerlendirmeye ivedilikle tabi tutulması gerektiği kanaatindeyim. Yayınlanan son tebliği ile birlikte ekonomik arz yarı yarıya düşecektir. Bu durum balık fiyatlarının ölçüsüz bir şekilde artmasına, kg başına yıllık tüketim değeri AB ülkerinden az olan ülkemizin konumunu daha kötüleştirecektir. Balığı adeta tamamen zengin zümrenin himayesine sokacaktır. Bu kampanyaları yürütülen insanların “rakı ve balığım” diyerek yapmış oldukları sömürü ise Anadolu insanına karşı duyarlılıktan amade tamamen belirli bir sınıfın çıkarlarına yönelik bir çıkış olduğu ise dikkatlerden kaçmamaktadır.
Sonuç olarak geçtiğimiz dönemlerde yürürlükte olan su ürünleri avcılığına ilişkin kuralların herhangi bir bilimsel araştırmaya dayanmaksızın, ekonomik analizleri ve oluşacak dengeye ilişkin öngörüler oluşturmadan yapılan uygulamalar sonrasında telafisi mümkün olmayan durumlara yol açabilecektir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder