Geziparkı protestosuyla başlayan olayların ülkemin geleceğine olan inancım, ümidim ve birikimleri ciddi anlamda riske sokan bir mahiyete ulaşmasından dolayı başından itibaren hep provokasyon olarak nitelendirdim ve halende o şekilde olduğuna dair kanaatim değişmedi. Ortamda siyasi açıdan zaman zaman sert üslup oluştu doğru ama bunu tahrike getiren bir algı yönlendirmesine dair inanılmaz bir dezenformasyonda dozajlanıyordu. Bu algı yönetimi pek uzmanlık alanım olmasa da örneklerinden kolaylıkla herkesin anlayabileceği bir geçmişimiz var maalesef.
Örnek mi? En büyük özel üniversitelerimizden olan Koç Üniversitesi İstanbul’un en değerli benimde yetiştiğim Boğazın incisi Sarıyer’de kilometrelerce doğal olan orman alanını, bakın doğal diyorum yani kendiliğinden oluşan orman (Geziparkı’ndaki ağaçlar dikme), bunu Garipçe köyüne giderken rahatlıkla ağaçlara bakarak anlayabilir herkes, talan ederek bu kampüsü tamamladı. Hem de kendisine orman alanı olmayan birkaç km ötede daha da büyük alanlar teklif edilmesine rağmen. Kendilerine orman alanının kesilmesinin yanlış olduğu ifade edilen Koç grubu CEO’ları “Ağaç mı değerli insan mı?” şeklinde çarpıtmalar yapmadı mı? Demirel “Verdimse Ben Verdim” diyerek devletin malını babasının malıymış gibi peşkeş çekmedi mi? Algı yönetimi devletin malını peşkeş çeken Demirel’in bu ifadesini espri gibi yutturmadı mı insanlarımıza? Aynı üniversitenin açılışını yapan Cumhurbaşkanı Demirel “Bu üniversitenin burada kurulmasına karşı çıkanlar şimdi nerede?” (Dönemin Belediye Başkanı ve şimdiki Başbakanımız şiir okumaktan tutukluydu o zaman) demedi mi? Bunun gibi sayısız örnek verilebilir.
Toplum mühendisliği ve algı yönetimi 28 Şubat sürecinde medya kanalı ile gerçekleştirilmişti, şimdilerde tüm yönleri ile çok açık durumda, ama atını alan, bankaların içini boşaltarak milleti soyan, ülkeyi teminat gösterip yurtdışından kredi alanlar şimdi nerede hiç baktınız mı?
Toplum mühendisliği ve algı yönetimi 28 Şubat sürecinde medya kanalı ile gerçekleştirilmişti, şimdilerde tüm yönleri ile çok açık durumda, ama atını alan, bankaların içini boşaltarak milleti soyan, ülkeyi teminat gösterip yurtdışından kredi alanlar şimdi nerede hiç baktınız mı?
Kaybedilen yılların hesabını kim verdi, ceremesini kim çekti? Mevcut süreçte görsel medya gitti, yerine sosyal medya geldi, kimin neye oynadığı elbet anlaşılacak ama yine iş işten geçmiş olmasın, çünkü daha fazla vurgun yemeye mecalimiz yok. Çünkü iyi biliyorum ki felaket geldi mi masum veya zalim bakmıyor herkesi vuruyor.
Bugün İrlanda’dan bir dostum aradı ve nasıl olduğumu sordu. İyi olduğumu ifade ettim ama inanmadı ve israrla yine sordu. Dünya arenasında da bir algı yönetimi yapılmış ve ulaştığı boyuta şaşırdım.
Bu duygular içerisinde bu süreçten bana da bir ders çıksın düşüncesi ile uzun zamandır dikili ağacım yok, gidip bir ağaç dikmek istedim. Sarıyer Bahçeköy Orman Müdürlüğü’nü arayınca telefonu açan yetkili kişi ile görüşürken kendisine İstanbul’da ağaç dikme faaliyetlerinin ne durumda olduğunu da meraktan sordum. Ağaç dikme faaliyetlerinin 1983 Özal dönemiyle çok arttığını sonrasında azaldığını ve yine 2002 sonrasında tarihinde görülmeyecek şekilde İstanbul’un ağaçlandırıldığını ifade etti. AKP’li olduğun için mi böyle söylüyorsun diye sorunca 25 yıldır İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü’nde çalıştığını ve MHP’yi desteklediğini de ifade ederek “Yiğidi Öldür Ama Hakkını Ver” dedi ve konuyu özetledi.
Bir kaşık suda neyi boğuyoruz gerçekten anlaması zor… Bu millet masum bir Başbakanının katledilmesine seyirci kalmanın ezikliğini 50 senedir içinde yaşıyor. Bu ezikliği yaşarken tekrar buna izin vermeyeceğini tüm dünyanın anlaması lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder